Hakkımda

Fotoğrafım
"daha çok insan öldükçe her şey daha da aynı kalıyor"

28 Şubat 2011 Pazartesi

akla gelenleri içeride hapseder, sımsıkı sarar herbirini ziftle kaplı kabuğuyla.. ağızı koyun bağırsağı ile dikili, "gitmem gerek" bile diyemez.. tamamlanmamış başlangıçlarla inşa edilmiş yuvası.. canı şarap ister, kendini kanatıp içer.. söyleyemez yapması gerekeni fakat sonunda yapar..
dionisos'un tapınaklarını ateşe veriyorum ve katlediyorum tüm rahibelerini, yanıbaşımda orpheus.. bir ağıt yakıyor kırılıp yerlere dağılan artıklarımın ardından. tapınağın merdivenlerinden birine açık ağızını dayıyorum, bastırıyorum tüm gücümle. bir elimde hançerim, öbür elimde oyduğum gözlerim..

27 Şubat 2011 Pazar

bana paslı bir tornavida verin ve gerçekliğin bağırsaklarını yere döküşümü seyredin. etrafa yayılan huzurun kırmızı sıcaklığını koklayın.. ve ayağa kalksın seyirciler, kutsanışlarını deliler gibi alkışlamak için..
kafamın içindeki hain
gözlerimden akar ve saatlerde yaşar
verimsizliğin hoşgörü çağındayım
ve artık içerideki sesler dışarıya hükmeder..

bir olasılık aynı anda kaç farklı yerde var olabilir?

nefes boruma dayıyor ayağını ve keskin dudaklarıyla gülümsüyor. kendine okadar iyi bakıyorki dişlerinin parlaklığından kendi yansımamı görebiliyorum. tepki vermemi bekliyor, herhangi bir tepki.. gırtlağıma basıp bana son vermek için. gözlerindeki karanlık öyle dürüst ki, sırıtışına hak vermeden edemiyorum. baskıyı arttırıyor. sabit kalmaya çalışıyorum, ağız kapalı, gözler sabit, kulaklar sağır. cenin pozisyonu alabilmeyi diliyorum, kendimi bir parça olsun güvende, haklı ya da güçlü hissedebilmek için.. ama gırtlağıma ayağını dayamış diğer ben çok daha hakim duruma. sırıtışı öyle büyüyor ki elmacık kemikleri kulaklarına yapışık bir ucubeye benziyor. kaşları çatık.. "sen" diyor hırıltılı, güçlükle çıkan bir sesle "yenik düştün! artık kontrolü ben alıyorum ve sen, yıllardır içinde hapsolan tüm kinimin altında paramparça olacaksın orospu çocuğu!". işte tam bu sırada astımımın azdığını fark ediyorum. hırıltılar bu yüzden. hile yaptın demek istiyorum ancak cesaretim yok. gözleri kısılıp incecik birer çizgi halini alıyor, tüm gücüyle abanıyor gırtlağıma, nefesim kesiliyor, nabzım duruyor.. "yarattığın herşeyi sikip atışımı izle orospu çocuğu, sana yaptığım herşeyi ardında bıraktıklarına yapışımı izle, en büyük yenilgini ve en büyük zaferimi izle!" üzerime eğiliyor ve suratımı çıkartıyor. kendi yüzüne takıyor yüzümü ve aynada kendini izliyor. cesedimin yanından sakince yürüyüp geçiyor ve uzaklaşıyor(um)...

26 Şubat 2011 Cumartesi

uzakta

boşlukta iki beden.. biri yüz üstü yatar vaziyette, diğeri ötekine göre dik şekilde iki ayağı üzerinde yahut biri sırt üstü yatar vaziyette ve diğeri ötekine göre dik şekilde iki ayağı üzerinde. sırt üstü yatan veya yüz üstü yatana göre dik konumda olan, elinde bir asa ile dürtüyor ötekini. hareketi yapmış olan algı süzgecimizden geçebilirse ona rahatlıkla bir kadın diyebiliriz ancak ne yazık ki bu süzgecin çok uzağında durmakta. boşlukta iki beden ve okyanusun derinliği kadar yoğun, saydam bir ses.. "kalk" diyor. "uyan, henüz vaktin gelmedi, henüz benimle yürümedin." konuşana göre yüz üstü yatmakta olan, algı süzgecimizden geçebilseydi, bir erkek diyebilirdik; ölü bir erkek. kadın adamı tekrar dürtüyor ve "uyan yaşlı adam, görmeni istediğim şeyler var" diyor. ceset harketleniyor. önce bir kalp atışı ve ardından gittikçe artan titreme. "üşüyorum" diyor adam güçlükle. "tenim kuzeyin tüm esintilerini ve okyanusun soğuk dalgalarını taşır, üşümen bu yüzden." diyor kadın, adamın omuzuna şefkatle dokunurken. adam yavaşça doğruluyor ve kadının yüzünü görmek için dönüyor. gece, kar ve okyanusun en saf birleşimi karşısında kendini tutamıyor, ağlıyor. "ayağa kalk" diye emrediyor kadın. adam boyun eğiyor. boşlukta karşılıklı iki beden.. adam kadının gözlerine baktıkça, gözleri yanıyor, kadın adamın gözlerine baktıkça, öğreniyor. "sen kimsin?" diyor adam. "önce kendinin kim olduğunu öğrenmelisin" diyor kadın. "hatırla, nereden geldiğini, kim olduğunu, nasıl öldüğünü hatırla. bırak anıların paslı çivileri saplansın vücuduna. bu senin kutsal anın, tüm acıyı kabul et, onları sindir. vücudunu hisset, tutun ona, sonsuzluğuna tutun ancak ölümlülüğünü de unutma." adam, dizleri üzerine çöküyor, titriyor, ağlıyor, kanıyor ve anımsıyor. geçen her saniye biraz daha güçleniyor, kendi gerçekliği, bulunduğu yerin gerçekliğine üstün geliyor sonunda ve gözlerini açıyor. boşlukta bir tanrıça ve eski bir tanrı... eski olan konuşuyor; "pek çok isimle ve şekille anıldım, sadece bir isim ve şekille tanrı olarak bilindim, parçalanmış bir dünyada doğdum ve parçalanması için bir dünya doğurdum. kendi yarattığım bana üstün geldi ve yenik düştüm, gözlerinle aynı renkte bir kristalin içerisinde sonsuzluk boyunca ölü olarak yattım." ve tanrıça, "tüm söylediklerin gerçeğin söze   dökülmüş halidir, hepsi doğrudur. peki adın ne olarak bilinirdi ve şimdi ne olarak bilinmeli?" diye soruyor. "yetiştiricim, dostum, öğretmenim ve aynı zamanda en büyük düşmanım olan, ZAU demişti bana ve o günden sonra bulunduğum iki diyarda da ismim böyle bilindi. yeni bir adım olacaksa buna sen karar ver okyanustan gelen ama şimdi değil. bir isim taşıyamayacak kadar yorgunum... ya sen kimsin?" kadın gözlerini adama sıkıca kenetler, "njord'un kanını taşıyan iki kız kardeşten biriyim. ragnaroktan önce herşeyin babasına yoldaşlık ettim, bilgeliğin yanı başındaki tahtta oturdum ve estetğin her türlüsünü gördüm, asgard, osgard ve midgard'da her canlı tarafından özenildim. altın saçlarımla diyarlara gündüzü yansıttım, ta ki tenim kadar beyaz o koca kurt ağızını kapatıp, tüm bildiklerimi yutana, gök ve yeryüzü yanana ve ragnarok'un kara külleri saçlarıma yapışana kadar." adam, "peki neden bana geldin?" diye soruyor. "görmen gereken şeyler var gölgetoprağın ölüfısıldayıcısı ve bunları sana birtek ben gösterebilirim. sen de bu gördüklerinden sonra bir karar verirsin."
             boşlukta iki beden... bir tanrıça ve eski bir tanrı... "solgun ve cansız bedeninin içinden dışarı taşan koyu çığlığı dinledim uzunca süre. kimi zaman ağıtlar yaktı, kimi zaman öfke kustu haykırışların. sonunda kendimi sana doğru yürürken buldum. kalkman gerektiğini, yürümen gerektiğini hissettim ve bunu sana söylemeye geldim. seninle burada bir süre daha bekleyeceğiz ve zamanın bize neler getireceğini göreceğiz." adam şaşkın, "zaman durmadı mı?" diye soruyor. freya gülümsüyor, "herşeye inan ama zamanın durabileceğine inanma sevgili yol arkadaşım." diyor. "korkuyorum" diyor adam, "biliyorum, bu çok normal, üstelik ben sana korkman gerekmediğini söylemiyorum, ben de korkuyorum" diyor freya. adam omzuna dokunan elle titriyor. soğuk, içini huzurla doldurmaya başlıyor. "korkuyorum ama kal" diyor ölü tanrı. "sen de kal" diyor freya. ikisi de çekinerek ama içten, gülümsüyorlar. karanlıkta, değişken düzlemin orta yerinde. hiç birşey bilmeyerek ve herşeyden korkarak, yine de yanyana, olması gereken her ne ise o olana kadar, hareketsizce...

25 Şubat 2011 Cuma

"peki her türlü yardımın imkansız olduğu bir yerde düşünce ne yapıyorsunuz?"

kesişen zamanların arasında sıkışıp kalmış bir hikaye anlatıcısının öyküsüne ilerliyoruz korkak adımlarımızla. herşeye dair milyonlarca öyküsü varmış ve öyküleri hep kıyafetleri değiştirilmiş gerçeklerden dokunurmuş. anlatıcı kendi olduğu için kendini koymuş tüm masalların merkezine. ancak çoğu zaman tanıdığı bir kişi bile yokmuş bu masallarda. yaşlandıkça öyküleri iç içe sokar, birbirine bağlar olmuş. üslubu çöpe atıp yerine nakaratlar ve küfürler yapıştırmış. hikayeleri hep birbirine benzemiş çünki kendi ilgilendiği öyküler dokurmuş. bir gün gelmiş, bir evren dokumuş anlatıcı. herşeyiyle yaşayan, büyüyen ve ölen bir evren. kendini onun tam merkezine oturtmuş ve bencilce anlatmaya devam etmiş. kahramanları öldürmüş, evreni parçalamış, yeni bir forma sokmuş, evirmiş çevirmiş yıllar yılı. ve bir gün koca destan, gerçekten canlanmış ve anlatıcının kontrolünden çıkmış. kendi kendini yok etmeye başlamış ve bu kıyımda ilk ölen, anlatıcının karakteri olmuş. o zamandan beri anlatıcı hiç dokumamış bu evreni. ara sıra uğrayıp arkadaşlarıyla bir bakar olmuş çökmekte olan dünyaya ve iç çekişleriyle yaşlı kadını borusunu üflemeye çağırmış. zasylome'un harabeleri arasında kısa bir süre daha yürümüş ve bu defa evrenin kendi dokuduğu öykülerde yol almış. evren yerlebir olduğunda oradan sadece buz mavisi mezarının ufak bir parçasını almış yanına. masalcı öykülerine devam etmiş ancak hiç birinde bu evrenden söz etmemiş, bu evrendeki hiç bir karakteri geri istememiş, paslı demir sandalyesine oturmuş yeni öyküsünü dokurken "telaşa gerek yok, olacak olan olur" diye mırıldanmış bir gece. hiç bir öyküsü bir önceki öyküsünü tamir etmek için yazmamış. yalnızca kendisine eşlik olsun diye, artık dokuyamayacak hale geleceği güne kadar....
          alt anlam çıkartanların boynu altında kalsın bundan öncesi ve sonrası. masalcının göndermeleri dinlemeyi bilen herkes için gayet açıktır. hayatındaki tüm karakterler masallarındaki yansımalarından haberdar edilir kendisi tarafından. ve hakkında bir daha dokumayacağını söylediği masalları asla dokumaz.. ancak zasylom'un, symbarian'ın ya da shadowmoon'un tozlu sayfalarından masalcıyı ziyarete gelen herhangi bir konuk, yeni öykülerde kendini anımsayabilir. dedim ya, seçilen öyküler masalcının ilgisini çeken konulardadır yalnızca. her kelime bir alt anlam taşır ancak ikincinin sorumluluğunu asla üzerine almaz.. bu, doğrudan masalcının maslını dinlediğimiz tek hikayedir, gerisi gelmeyecektir..